Refik Akyüz*
İnsanlık ayakları üstünde durmaya başladığından bu yana hareket halinde. Afrika’dan henüz Homo Sapiens değilken başlayan yolculuğumuz bundan yedi yüz yıl kadar önce Yeni Zelanda’ya ulaşılmasıyla sonuçlanmış. Tabii insanların zaten bulunduğu yerlerin beyaz insan tarafından keşfedilmesi de bunun hemen sonrasına denk geliyor. Bu göçmen karakterine rağmen insan zaman içinde yerleşmeye eğilim göstermiş ve nesiller boyunca belli bir yere ait olmak doğal karşılanır olmuş. İnsanın yeniden harekete geçerek bir yerlere gitmesini bugün göç olarak adlandırıyoruz ve bu çoğunlukla isteğe bağlı bir durum da olmuyor. Göç olgusunun çoğunlukla mecburiyetten kaynaklanması ve içinde büyük bir çeşitliliğe sahip hikâyeler barındırması, haber değeri taşıdığı çeşitli durumlar nedeniyle de hikâye anlatıcılarının ilgisini çekmiş öteden beri.
Fotoğraf alanında insan hareketleriyle ilgili ilk örneklere fotoğrafın bulunuşunun hemen sonrasında rastlıyoruz. Bunun sebeplerinden biri fotoğrafın etrafımızdaki dünyayı tanıma aracı olarak kullanılma isteği; daha önceleri gezginlerin gittikleri yerleri göstermek için gravürler üretmesinin devamı olarak fotoğraf da keşfedilişinin ardından geçen kısa sürede bu amaçla kullanılmaya başlanmış. Gezginler yakın coğrafyalara yaptıkları yolculuklarda gittikleri yerlerin kayda geçmiş ilk fotoğraflarını da çekmişler. Bunun ilk örneklerinden biri, fotoğrafın Fransız Akademisi’nde duyurulduğu 1839’dan yaklaşık üç yıl sonra, fotoğrafın öncülerinden Joseph-Philibert Girault de Prangey tarafından 1842’de başlayan ve üç yıl süren, Akdeniz’in doğusuna yapılan gezidir. İtalya, Yunanistan, Mısır ve Osmanlı topraklarına yapılan gezide şehirlerden görüntülerin yanı sıra antik uygarlıkların kalıntılarının da dagerotipleri üretilmiştir. Üç yıl sonunda üretilen sekiz yüzden fazla dagerotipten yapılan bir seçki, Prangey’in Fransa’ya dönüşünün ardından fotoğraflardan yola çıkan gravürlere dönüştürülerek 1846 yılında ‘Monuments arabes d'Egypte, de Syrie et d'Asie Mineure, dessinés et mesurés de 1842 à 1845’ başlığında basılmış bir kitap haline getirilmiş ve ilk defa o güne kadarki en gerçekçi görüntülerle geniş bir coğrafyanın temsili gösterilmiştir. Benzer bir yöntemin sinemanın bulunmasının ardından Lumière kardeşler tarafından dünyanın çeşitli yerlerine belgeleme amacıyla kameramanların gönderilmesiyle tekrarlandığını da biliyoruz. Prangey’in işi doğrudan göç meselesiyle ilgili görünmese de fotoğrafın insanların yer değiştirmesi ve geziyle kurduğu ilişkiye dair çok erken bir örnek olması açısından önemli.
Göç aslında çok eskiden beri bilinen bir olgu olsa da özellikle 19. yüzyılda göç hareketleri hızlandı. Bunda Avrupalılar tarafından keşfedilmiş yeni topraklardaki boş alanlarda nüfusa ihtiyaç duyulması nedeniyle göçe imkân tanınması ve gerek teknolojideki değişimler nedeniyle gerekse savaşlar ve başka sosyal olaylar nedeniyle pek çok insanın özellikle Avrupa’da yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmalarının da etkisi var. Bugün yapılan araştırmalarda özellikle 19. yüzyılda iklimdeki ani değişikliklerden kaynaklanan etkiler de ortaya çıkıyor. Göçün önemli nedenlerinden biri olan iklimde yaşanan değişiklikler kuraklık veya ani yağışlar gibi aşırı iklim olaylarına bağlı olarak insanların bulundukları yerlerden göç etmesine yol açabiliyor. Örneğin şu anda hâlâ yaşanmaya devam eden Suriye Savaşı’nın çıkış nedenlerinden biri olarak üst üste yaşanan kuraklıkları gösterenler de var. Küresel iklim değişikliğinin etkilerinin önümüzdeki yıllarda artacağını da göz önüne alırsak buna bağlı yaşanan sosyal olaylarda artış ve insan hareketlerinin de gözleneceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.
YENİ BİR HAYATA BAŞLAMAK İÇİN GÖÇ
Kitleler halinde göçe sahne olan önemli örneklerden biri, ABD’de 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında New York üzerinden gelen göçmenlerin karşılandığı ve kayda geçirildiği bir durak olan Ellis Adası’ydı. 1892 ile 1954 arasında 12 milyondan fazla göçmenin ABD’ye girişini sağlayan Ellis Adası’nda 1892 ve 1925 arasında kayıt memuru olarak çalışan ve aynı zamanda amatör bir fotoğrafçı olan Augustus Sherman, kendisini kaydettiği göçmenlerin portrelerini çekmekten alıkoyamadı. Bu yakın portreler gelen göçmenlerin dış görünüşleriyle kimliklerini belli ettikleri bir döneme ait oldukları için özellikle ilginç. Adada çalışmış bir başka fotoğrafçı da sosyal belgesel fotoğraf diye tanımladığımız alanın temellerini atan Lewis Hine. Hine’ın 1926’da Ellis Adası’nda çekmiş olduğu fotoğraflarda göçmenlerin portreleri ağır bassa da adadaki yaşam koşullarıyla ilgili başka fotoğraflara da rastlıyoruz. Hine’ın fotoğraflarının bir başka özelliği de fotoğrafların her birinin o fotoğraf üzerine bilgileri de içeren fotoğraf altı kartlarına sahip olması -ki bu da klasik fotoröportaj geleneğini oluşturan isimlerden biri olmasıyla doğrudan bağlantılı. Hine’ın göçmenlere olan ilgisi sadece Ellis Adası fotoğraflarıyla sınırlı değil; kendisi esas olarak emekle ve işçilerle ilgili işler de yaptığı, çektiği fotoğraflarla çocuk işçiliği konusuna dikkat çekerek bu konuda yasaların değişmesiyle sonuçlanacak bir bilinç oluşturma işlevi de üstlendiği için göçmenlerin işgücüne katılmasıyla ilgili çalışmalar da üretmiş.
Augustus Sherman, Türkiyeli Adam, Üç Hollandalı Kadın 1
Dünyadaki göç halinin en çok arttığı dönemler insanların bulundukları yerlerde rahatça yaşamalarının mümkün olmamaya başladığı dönemler. Savaşlar böyle dönemlerin başında geliyor; böyle zamanlarda insanlar çoğu zaman yanlarına bir şeylerini almadan göçmen durumuna düşüyor. Dünya şimdiye kadar iki büyük dünya savaşı yaşadı, artık sürekli bir çatışma halinin var olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili fotoğraflarda göçmenlerle ilgili meselelere çok rastlanmazken, İkinci Dünya Savaşı döneminde artık fotoğrafın ve fotoğraf kullanan mecraların daha gelişmiş ve etkili olması nedeniyle de göç ve göçten etkilenen insan hikâyeleri çokça karşımıza çıkar. Bunların az bilinenleri arasında İkinci Dünya Savaşı sırasında Suriye’ye gitmek zorunda kalan Avrupalı göçmenlerin hikâyesi çok ilgi çekici. Bugünden bakıldığında günümüzdeki durumun tam tersinin yaşanması açısından da çarpıcı olan bu hikâyeden pek az insan haberdar görünüyor.
İKONİK BİR SİMGE OLARAK ‘GÖÇMEN ANNE’
Tabii göçmen deyince adı itibariyle de akla ilk gelen fotoğraflardan birinin, Dorothea Lange’in Farm Security Administration (Tarım Güvenlik Örgütü) için ürettiği fotoğraflar arasında hafızalara kazınan 1936 tarihli Migrant Mother (Göçmen Anne) olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fotoğrafta kucağında bebeğini tutan düşünceli bir kadın ve utangaç bir tavırla annelerine sığınarak fotoğrafçıya dolayısıyla fotoğrafa bakanlara arkasını dönmüş diğer iki çocuğunu görürüz. Bu fotoğraf ABD’nin 1929’da yaşadığı Büyük Buhran sonrasında özellikle kırsal kesimde yaşayan insanların durumlarını belgelemeye çalışan FSA’ın en bilinen ikonik fotoğrafı haline gelir. Fotoğrafı Mona Lisa’yla karşılaştıranlar olur. Fotoğrafın en dikkat çeken yönünün kadının yüzündeki ifade olduğunu söylemek yanlış olmaz. Lange fotoğrafta yer alan kadının isteğine de uyarak adını vermez ama onu insanlık dışı şartlarda çok az ücretle çalışan ve tek başına aynı zamanda çocuklarına bakmak zorunda kalan bir anne olarak tarif eder. Bu fotoğraf aynı zamanda bu kadının da içinde olduğu şartlarda çalışan işçilerin hayat koşullarının düzelmesine yardımcı olur. Kadının adı çok sonraları 1978 yılında yine fotoğrafın çekilmiş olduğu Kaliforniya’daki başka bir ilçede yerel bir gazete tarafından haberleşince ortaya çıkar. Gerçek hikâyede Ohio’dan Kaliforniya’ya çalışmaya gelmiş bir Cherokee yerlisi olduğu ve bu fotoğraf çekildikten sonra şartlarının bir miktar düzeldiği ve gazetenin kendisini bulduğu kasabaya bir ev sahibi olarak yerleştiği anlaşılır. Genellikle fotoğrafın seriler oluşturmasına bakıyoruz, anlatım dilinin kuvvetleneceği inancıyla. Bu örnekte, tek bir fotoğrafın, içindeki insan hakkındaki bilginin hepsini içermeden de ne kadar kuvvetli olabileceğini görüyoruz, ancak o fotoğraftaki insanlarla ilgili başka bilgiler edindikten sonra (internette kendisiyle yapılmış söyleşinin ses kaydına ve fotoğraftaki kızlardan biriyle yapılmış bir video röportaja da ulaşmak mümkün) fotoğrafın hikâyesi daha da katmanlanıyor.
Dorothea Lange, Göçmen Anne 2
Fotoğrafın göçle ve göçmenlerle ilişkisi sadece göçmenleri konu almasıyla sınırlı da değil. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’ye göç edişinden bir süre sonra Amerika ile ilgili en çarpıcı işlerden birine imza atan Robert Frank’e ait. Frank’in ABD’ye göçmen olarak yerleşmesinden birkaç sene sonra arabayla uzun bir yol seyahatine çıkarak bir sene içinde gerçekleştirdiği bu en çok bilinen işi, aslında serbestçe dolaşarak Amerikan kültürünün bölgesel farklılıklarla beraber benzerliklerini de gözlemlemeyi ve belgelemeyi amaçlıyordu. Ortaya çıkan Americans işi ilk yayımlandığında gerçek Amerika’nın kitapta gösterilen olmadığına dair eleştiriler almış ve pek beğenilmemişti. Bu aslında hem ülkeyi anlayabilecek kadar içeride, hem de objektif bakacak kadar dışarıda olmasından kaynaklanıyordu. Frank, Americans işiyle bir bakıma Amerikan rüyasının objektif bakıldığında aslında gösterilmeye çalışılandan çok daha karmaşık olduğunu, içinde pek çok çelişki barındırdığını da ortaya koyuyordu.
HAREKET ALTINDAKİ GÖÇMENLER, MÜLTECİLER
Bugünlerde Amerika’nın duvar çekmek istediği Meksika sınırı, ülkeye yasadışı yollarla girmek isteyen göçmenlerin çok kullandığı bir yol. Bu konuda yapılmış en iyi işlerden biri Magnum Photos’tan Alex Webb’in Crossings çalışması. Alex Webb 1975’te başladığı ve üzerinde 25 yıl çalıştığı bu işi gerçekleştirmek için sınırın iki tarafında da çalışmış, ayrıca göçmenlerin sınırı geçme anlarına da odaklanmış. Crossings, uzun soluklu ve kapsamlı bir iş olmasına karşın Webb’in temel olarak bir gözlemci olmanın ötesine geçebildiğini söylemek zor; hatta göçün gerçekleşme anının aslında bu eylemin küçük bir parçası olduğu düşünüldüğünde bir miktar yüzeysel kaldığını söylemek de mümkün. Yine de geçtiğimiz aylarda Göçmen Kervanıyla da gündeme gelen ve bugünlerde ABD’de devletin ‘kapanması’na yol açan bu mesele daha uzun süre gündemde kalacağa benziyor.
Fotoğraf alanında insan hareketleriyle ilgili en kapsamlı çalışmalardan biri Sebastião Salgado’nun Migrations (Göçler) işi olabilir. Altı yıl boyunca bir kısmına daha önce hiç gitmediği Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya 40 ülkeyi ziyaret eden Salgado, önemli bir kısmında savaşlar nedeniyle yer değiştirmelere ve mülteci öykülerine yer verdiği ama iş imkânları nedeniyle şehirlere olan göçü de kapsadığı çalışmasını büyük bir kitap formatında 2000 yılında yayımlamıştı. Kitap temel olarak dört bölümden oluşuyor; ilk bölümde daha çok evlerinden kaçmak zorunda kalmış mültecilerin hikâyelerine yer veriliyor. İkinci bölümde Afrika’da katliamlar, açlık ve çeşitli baskılar nedeniyle gerçekleşen ve bir türlü bitmeyen insan hareketlerinden örnekler veriliyor. Üçüncü bölümde Latin Amerika’da yoksulluk, çatışma, savaş gibi nedenlerle göçmek zorunda kalmış insanların hikâyeleri aktarılırken, devletlerin büyüme hırsı nedeniyle kadim yaşam tarzlarını yitirmekte olan yerlilerin ve topraksızlık nedeniyle büyük kentlere göçmek zorunda kalan halkların sorunlarına da değiniliyor. Son bölümdeyse Asya’da kırsal bölgelerdeki yoksulluk nedeniyle meydana gelen göçlerin neden olduğu çok hızlı şehirleşme ve bunun getirdiği yeni yaşamlar işleniyor. Bu çok kapsamlı kitaptaki fotoğraflara bakarken insan kitaba ek olarak verilen ve fotoğrafların konularını anlatan kitapçığı da elinden bırakamıyor. Fotoğraflar her ne kadar güçlü ve çok iyi kadrajlara sahip olsalar da -Salgado’nun zaman zaman sefaleti estetize ettiği yönünde eleştirilmesine de yol açan kompozisyon yeteneği tartışılmaz- o kitapçıktaki metinlere ihtiyaç duyuyor. O açıklamalar olmadan tablovari güzelliklerine bakarak içeriğinden uzaklaşabileceğiniz fotoğraflar bunlar -ki bu da fotoğrafın metinle desteklenme ihtiyacını bir kez daha hatırlatıyor.
Mültecilerle ilgili çalışan ve dünya göçmeni deyince muhakkak akla gelmesi gereken başka bir isim de Fazal Sheikh. ABD doğumlu sanatçı aslen Afgan göçmeni bir aileden geliyor, bu özelliği işlerine de yansıyor. Özellikle Afrika, Asya ve Ortadoğu’daki sorunlardan kaynaklı durumları işlerinin odağına alıyor; ağırlıklı olarak insan hakları, sosyal yardım ve benzeri konularda çalışan sivil toplum örgütleriyle işbirlikleri yapıyor. Sheikh’in insanları işlerinin odağına aldığı fotoğraflar yüzeysel olmaktan uzak derinlikli fotoğraflar; bu bağlamda, toplumsal çalkantılarla zor durumda kalmış insan hikâyelerine odaklanırken unutulmuş konuları gün yüzüne çıkaran araştırmacı bir özelliği de var. Yaptığı işleri daha görünür kılmak için kitaplarının hepsini web sitesine koyarak daha fazla insanın meselenin bütününün farkına varmasını da amaçlıyor.
Fazal Sheikh, Çöl Çiçeği 3
Burada bahsini geçirmek istediğim son iş de Danimarkalı sanatçı Nikolaj Bendix Skyum Larsen’in Türkiye’de Edirne’nin Meriç kıyısındaki bir köyde geçen uzun metrajlı video işi. Sanatçının Avrupa’ya göçen mültecilerle ilgili çalışmalarından biri olan End of Season (Mevsim Sonu) Yunanistan’a geçiş noktası olması itibariyle konu edindiği köyün kendi genç nüfusunun daha büyük yerleşimlere göçüne, köye mevsimlik işçi olarak gelen ve kurdukları çadırlarla adeta geçici bir mahalle yaratan Romanların hikâyesine ve köylülerle aralarındaki ilişkiye odaklanıyor. Böylelikle farklı göç hikâyelerinin küçücük bir noktada toplanmasına ve birbirleriyle ilişkisine dair oldukça ilham verici bir örnekle karşılaşıyoruz.
TÜRKİYE’DEN GÖÇ İMGELERİ
Dünyadan göçe ve göçmenliğe dair bazı çalışmaları gözden geçirirken Türkiye’deki göç imgelerine bakmak da ilgi çekici örneklerle karşılaşmamızı sağlıyor. Türkiye’de göç denilince ilk olarak son zamanlarda yaşanılan Suriye’den Türkiye’ye göç akla gelse de aslında Türkiye bir göç ülkesi diyebiliriz. Henüz Osmanlı döneminde devletin küçülmeye başlamasıyla özellikle Balkanlardan başlayan göçler, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin tehcir sonucu ülkeden gitmek zorunda bırakılmaları, büyük bir bölümünün katliamlara kurban gitmesi ve hemen Cumhuriyet öncesinde Yunanistan ile Türkiye arasında anlaşması imzalanan ve Cumhuriyetin ilk yıllarında gerçekleşen mübadele önemli göç hareketlerinden. Bunlarla ilgili çok sistematik bir görsel dokümantasyon mevcut değil. Ayrıca Türkiye’de önemli nüfus hareketlerinden biri de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde artan köyden kente göç olmuş. Aynı biçimde 1960’lardan itibaren de Türkiye’den Avrupa’ya işçi göçü başlamış, bu göçe 1970’li yıllarda ve 12 Eylül darbesi sonrası siyasi göç de eklenmiş. Bu konuları işleyen iki fotoğrafçının işlerinden bahsedebiliriz. Mehmet Ünal Almanya’da, Ahmet Sel ise Fransa’da uzun süre göçmen olarak yaşamış iki fotoğrafçı. Ünal’ın Almanya’ya gittiği zamandan itibaren bu konuyla ilgili yaptığı üç temel işi var. Almanya’da Türkiyeli Göçü 1970-1985, 1961’de iki ülke arasında imzalanan anlaşma sonrası Almanya’ya yerleşen Türk işçilerinin Almanya’ya tutunmaya çalışırken bir yandan da memleketten kopmama çabalarına odaklanıyor. İptal - Kayıp Nesil 1990, göçün otuzuncu yılında artık yerleşik hale gelmiş Türklerin portrelerine yer veriyor. 2000’de gerçekleştirdiği Memleket Almanya’ysa göçün kırkıncı yılında Almanya toplumunun bir parçası haline gelmiş ikinci kuşakla, geçmişlerine bağlılıklarını korumaya çalışan ilk kuşağın portrelerinden oluşuyor. Mehmet Ünal’la benzer bir deneyimi siyasi mülteci olarak ve çok uzun bir süre Türkiye’ye hiç gelemeden yaşayan Ahmet Sel ise Türkiye’ye dönme imkânını bulduktan sonra ve dönüşünden önce 2007 yılında Fransa’da yaşayan Türkiyelilerin portrelerinden oluşan Demir Atanlar çalışmasını gerçekleştirmiş. İki fotoğrafçı da kendilerinin de dahil oldukları grupları fotoğraflamanın avantajıyla konularına hakim ve çeşitliliğe sahip bir örneklem oluşturarak çalışmışlar.
Türkiye içindeki geçici hareketliliğe dair çalışmalardan biri Nar Photos üyelerinden Aylin Kızıl tarafından gerçekleştirilen Mevsimlik Göç Çalışması; Siirt’in Kurtalan ilçesindeki demiryolu istasyonundan ülkenin farklı noktalarına gitmek üzere eşyalarıyla bekleyen ailelerin portrelerinden oluşuyor. Kurtalan’ın hattın son istasyonu olması ana bir çıkış noktası olmasını sağlıyor, bu da pek çok ailenin aylar geçirecekleri geçici iş mekânlarına gitmek üzere eşyalarıyla buraya gelmelerine yol açıyor. Fotoğraflarda neredeyse tamamen bir yere göç edecekmiş gibi hazırlanan aileleri, kimi zaman bebeklerin kimi zaman da yaşlıların da olduğu geniş halleriyle görüyoruz. Neticede bu bazen yılın yarısını kapsayacak bir uğraş; işsizlik, yoksulluk, kötü çalışma koşulları, adaletsiz ücret politikaları gibi meselelerin Dorothea Lange’in fotoğrafından bu yana çok da değişmediğini gözlemleyebiliyoruz Mevsimlik Göç’te.
Aylin Kızıl, Mevsimlik Göç 4
Son olarak ülkemize ve ülkemizden Avrupa’ya Suriyeli göçü konusuyla ilgili yapılmış iki çalışmadan bahsetmek istiyorum. Yine Nar Photos’tan Tolga Sezgin’in Mültecilerin Bahçeleri ve Çiğdem Üçüncü’nün Yerinden Edilmiş: Türkiye’den Almanya’ya Bir Suriyeli Yolculuğu işleri bunlar. Tolga Sezgin Mültecilerin Bahçesi işinde Türkiye’de Antakya ve Urfa’daki mülteci kamplarındaki yaşamı belgelemek için gittiği zaman kamplarda yaşayanların oluşturdukları mikro yaşam alanlarını da fotoğraflayıp sonradan bir araya getirerek bir hikâyeye dönüştürmüş. İnsanların en zor şartlarda bile hayata tutunma çabalarının göstergesi olan bu bahçelerin tipolojik incelemesi bu işi klasik belgesel fotoğraf dilinin ötesine taşıyor. Burada Bedran Tekin’in mülteci çadırlarındaki eşyaları insansız bir şekilde gösterdiği Çadırlar 2015-2016 çalışmasını da analım. Çiğdem Üçüncü’nün Yerinden Edilmiş: Türkiye’den Almanya’ya Bir Suriyeli Yolculuğu işiyse Suriyeli mülteci bir ailenin Türkiye’den başlayıp Yunanistan’ın Midilli Adası üzerinden Avrupa’ya geçip Almanya’da son bulan yolculuğunu konu ediyor. Burada tek bir ailenin hikâyesi işlense de bu aynı zamanda kolektif olarak -özellikle 2016 yılında- çok sayıda ailenin geçirdiği ve bazıları Türkiye’den adalara geçerken kötü şekilde sonuçlanan bir yolculuk.
Göç olgusunun fotoğrafta işlenişi tabii ki buradaki örneklerle sınırlı değil. Savaş ve felaket kaynaklı göçler belgesel fotoğrafın ve özellikle de basın fotoğrafçılığının ilgi alanına giriyor. Bu durum mecraların giderek azaldığı ama göç hikâyelerinin arttığı günümüzde ele alınan konuların görünürlüğüyle ilgili soru işaretleri de yaratıyor. Bu işlerin yapılma ve paylaşılma amacı durum tespitiyse pek çok kimse bunun farkında ama amaç bir bilinç oluşturma ve böyle sosyal konularda bir etki bırakmaksa bunun için yeni formüller düşünmenin zamanı gelmiş olmalı. Aksi halde yapılanların, arşiv değerinin ötesinde geleceğe bir belge aktarmaktan başka ne kadar işe yaradığını da sorgulamak gerekiyor. Göçün esas olarak insan hareketliliği olduğunu, nedenlerine bağlı olarak değişik şekillerde incelenebileceğini akıldan çıkarmadan, giderek daha fazla karşılaşacağımızın da farkında olarak, bu konu üzerine yapılan işleri birbirinden nasıl ayrıştırabileceğimiz üzerine kafa yormamız gereken bir zamandayız.
* Refik Akyüz, 1997-2006 yılları arasında yayımlanan Geniş Açı Fotoğraf Sanatı Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni. 2007'den beri Geniş Açı Proje Ofisi altında ortağı Serdar Darendeliler ile birlikte fotoğraf alanında küratöryel çalışmalar yapıyor, eğitim ve üretim odaklı projelerde çalışıyor. Zaman zaman da fotoğrafla ilgili yazılar yazıyor.
Notlar
1 http://bit.ly/3DutchWomen ve http://bit.ly/TurkishMan
2 http://bit.ly/Migrantmother
3 http://bit.ly/FazalSheikh
4 http://bit.ly/Mevsimlikgoc
DÜNYA GÖÇMENİ