Sibel Oral*
"Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez."
John Berger, Görme Biçimleri
Hatırlamak ve anlatmak için şehre bak; şehirlere bak, anlara, hayata, yakalanan ve yakalanmayanlara, hatıralarda kalacak olanlara, çünkü Haydar Ergülen’in de dediği gibi, “Bir şehrin kapısı her zaman hatıralara açılır, hatıralara kapanır.”
Çağrımızda “Mavi sözcük olsun, fotoğraftan gelen ses, videodan yanağımıza değen rüzgâr olsun, öyle mavi olsun ki gözümüzle duyalım, kulaklarımızla görelim maviyi” demiştik. “Klişelerden uzak, maviye boyalı pencerelerden uzak olsun,” demiştik. Maviyi hem var olanda hem de olmayanda görmek ve işitmek istedik. Bekledik. Arkhe’nin bulunabilmesini bekler gibi değil, ama hepimizin hayatına değen ve bundan sonra belleğimizde yer edinecek anları görmemiz gerekirken duyduk, duymamız gerekirken gördük:
Bak burada!
Bir balon uçtu gökyüzüne,
Bak burada:
Bir bot dolusu mülteci çıktı yolculuğa.
İşte buralarda!
Duvar önlerinde çaylar içildi, toplara bir tekme atıldı; şehirlerin göğüne bakıldı gri ile mavi arasında gidip geldi düşünceler; kuşlar uçtu, keçiler bekledi…
Göz, sözün önüne geçti ve “şehirlerin ayrılığı” insanın “derdinin aynılığı” ile buluştu. Aynı ve ayrı sebeplerle anlattılar maviyi.
Önce “Mavi Bizi Terk Etti” dedi İstanbul'dan bir gözkulak. İstanbul, koca İstanbul. Gördüğümüz yaprakların arkasından, çanak antenlerin hizasından grilenen gökyüzü. Anların fluluğu mu gördüğümüz yoksa o anda görmeyip gösterildiğinde mi başlıyor ve sürüyor hikâye? Mavi, zaman zaman terk ediyor şehirleri. Griye. Şairin “Gri, her an bir başka renge dönüşecekmiş gibidir” diye tanımladığı, André Gide’nin “hakikati” yakıştırdığı ama şimdi bizde, burada günah keçisi olmuş, insanın iktidar ve rant hırslarının rengi gri.
“Mavi Göç”te de bir kazma, adını bilmediğimiz birçok yol-yapım makinesinin hayaleti Hasankeyf'in üzerinde. Oysa orada, bir duvarda "Kanunların men ettiği" diye başlayan bir cümle var. Kanunlar makineden, yıkımdan, talandan yana, makineler gidenin-gitmek zorunda bırakılanın arkasından bir tas su değil moloz döküyor ve El Rızk Camii'si son mavinin altında son kez bakıyor, fotoğrafta ama sadece fotoğrafta kalacak olana.
Mavi Göç, Bilal Seçkin
Göç Mezopotamya'nın Mavisi altında değil sadece, gidiyoruz batıya, İzmir'e... Boynunda turuncu bir yelek; gerçek mi, delik mi, kağıt mı? Hayat mı, ölüm mü… Mülteciler, mavinin ağız dolusu umuduna ölümü göze alarak gidiyor çoğu zaman ve buna da eşlik eden yine mavi…
"Yas" yazıyor fotoğrafta. Bu sefer Akdeniz'de, Adana'da. Yanmış kararmış taş bir duvar önünde bir adam. Duruyor orada. Karşısında talimatlar var, emirler var sözde hayatı vaad eden ama emeğe sırtını dönen. Yas yazıyor fotoğrafta. Yas da yaşamdandır öyle ya kabul edelim, ne de olsa artık haber KJ'lerinde "yas tutanlara öneriler" bile yazılıyor bugünün Türkiyesinde. Emek sözcüğü geçmiyor ama artık o haberlerde. Emekten haber yok, yastan var, ölümden var. Emek sadece bir duvar önünden geçen kara kuru çocuğun bize bakmayan yüzünden akıyor.
Tüm bunlara şahit olan da, umut olan da Mavi. Ve bir kuşun, kelebeğin kanadında, dünyaya yabani belki de denizde ve gökte.
Yabani mi salt... Yabancı da belki. Yıllardır bir savaşa şahit olan duvarlar var Suriçi'nde. Tarih şahit yazmış onları. Ölüm ve hayatsa mavi, yas ve umutsa her şeye rağmen, işte burada, duvarlarda; kem göze, akrebe, yılana, böceğe, sineğe kalkan olan kara bir Mavi. "İnsan neyle yaşar" sorusu gelmeli akla, o mavi duvarların fotoğraflarına bakarken, yineleyelim: İnsan neyle yaşar? Sonra arkasından bir temenni; keşke def ettiği akrep nefes alan akrep olmasa, keşke. Makineden, demirden, motordan akreplere de kapı duvar olsa Mavi, Suriçi'nde, Mavi, akrep, Mavi.
Mavi An Kara, Şehmus Biçer
Bak, oralarda:
Devlet grisidir Ankara. Hakikat budur işte: devlet doğru, gri yalnızdır Ankara’da. Batman'daki uyarı tabelasındaki "kanunların men ettiği”dir.
En Kara, men edendir. Devlet: Betondur, harçtır, soğuktur. Göğü görememenin rengi, gridir.
Gök karadır, mavi gece olur. Tekinsiz, hızlı, bulanık ama maviye dayanmış bir yüz ve bir el yeterdir durağansızlıktaki ânı anlatmaya.
Süslenmiş bir saksıda değil, Mavi bir çuvalın içinde hayat bulan çiçekler ve paslı bir mezarlık kapısında "giriş-gelişme ve sonuç" vardır. Taşra tam da budur, sırtı dönüktür anlatıcısına. Mavi’nin hizasındadır hikâye, ta şurada. Taşra şuradadır: sen dinlemesen de okumasan da anlatılandır, anlatandır. Duyduğun ve gördüğün.
Geri dönelim griye, Ankara’ya. "Mavi An Kara" diyor sanatçı ve "gri olduğu söylenen kentin kendi renklerini taşıyan semtleri"ni görüntülüyor. An-kara. Uzun zamandır gri de değil kara, kapkara olan olan kent oluşu da geliyor bu başlıkla: An-kara. Tren raylarına bakarken 10 Ekim sabahı geliyor akla: An-kara, kara, kara, en kara…
Mavi’nin iki harfi düşmüş bu sefer. Ankara'dan Diyarbakır'a, oradan İtalya'ya... Hakim olmak çok zor değil mi diye düşündürtüyor fotoğraflar, bunca farklı an!
Gözde ve sözde… Her insanda insanlığın bütün halleri varken; zaman, değişim, dönüşüm, oluş ve bitiş ânında sözde mavi derken gözle sözün bir araya gelip değil sadece insanda insanlığın bütün hallerini gösteriyor damlacıklar.
Mavi ve Tonları, Serdar Kaya
İnsanlığın bütün halleri dedik ve o soru geldi: Peki ama evrenin ilk ana maddesi nedir? Yani başlangıç... Su mu? Yüzyıllardır burada bu soru. Ve bekleyiş de yüzyıllardır sürüyor, hem yanıtı hem yeni sorular için ve ev sahibi burası, suyun üzerindeki biri soru biri de yanıt olan belki, belli ki iki kayığın ortası. Suyun rengi, mai: Mavi.
"Doğuda gökyüzü bizimdir" diyor sanatçı. Damdaki Kız ve Dört Ayaklı Minare geçmişten geleceğe dikiliyor sanki. Mavinin şahitliğinde, şahit olduğu halde susan dünyaya inat; gözle söz aynı hizada, hepsi Mavi.
Buyurun “binbir çiçekli bahçe”[1]ye, anlatsın mavi binbir göz ve sözle…
[1]“Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her çiçeğin bir rengi, bir kokusu vardır. İnsanlık, her kültürün üstüne titremelidir. Binlerce kültür çiçeği, birini koparırsak, insanlık bir kokudan, bir renkten yoksun kalır.” Yaşar Kemal, Binbir Çiçekli Bahçe adlı kitabındaki Türkiye Barışını Arıyor başlıklı konuşma metninden. (2007)
* Sibel Oral uzun süre birçok gazete ve derginin sanat ve edebiyat sayfalarını hazırladı. Hâlen online yayın yapan kitap kritik sitesi K24'ün yayın yönetmenliğini yapan Oral aynı zamanda sanatsal ifade özgürlüğü konusunda çalışmalar yürüten Susma Platformu'nun da yürütücülerinden. Yazarın Beni Beklerken, Zayi ve Toprağın Öptüğü Çocuklar adıyla yayımlanan üç kitabı var.